PAZARLAMANIN TÜM HARFLERİ BİRLEŞSİN!

21 Temmuz, 2006

Lovemark'larımı Açıklıyorum!

Kimisi marka değil, "ürün adı" ama olsun, maksat benim favorilerimin gururlarını okşamak :)
Kesinlikle random, alakasız bir listedir, devamı da gelecektir...
Çanta delisi olduğum da böylece tekrar kanıtlanmış oldu. Resmen protokol sırasına 4 tane çanta markası (bana göre) oturtmuşum! İmaja tıklayınız lütfen...


Basılı Reklamlar

Tek bir resim, cümle ya da grafik çalışması ile aktarmak istediklerinizi hedefe mükemmel bir şekilde nasıl iletirsiniz? Her ne kadar basılı reklamlar hedef kitlenin önüne görüntülü olanlarla eşit şartlarla ve aracılarla çıkmasa da, basılı reklamların da kendilerini ifade tarzları oldukça etkili. Elbette konseptiyle, mesajıyla ve araçlarıyla doğru düşünülmüş olmaları kaydıyla. Çarpıcı bir metin, ya da sadece gerçekten etkileyici bir resim ile okurun dikkatini istenilen biçimde çekmek en iyisi. Kimse pek de ucuza almadığı moda dergisini karıştırıken arka arkaya gelen 5 tane reklamdan hoşnut değil ama, hedef kitlenin beğeneceği ve bakmak isteyeceği reklamı yakalamak da zor olmasa gerek. Aynı dergi reklamlarının üzerine, özellikle bazı kozmetik firmalarının fondoten, nemlendirici, şampuan gibi tanıtım amaçlı tester paketlerini iliştirdiklerini hatırlayalım.



Elbette ki sadece markamızı, ürünümüzü tanıtırken değil, daha sanatsal öğelerin yansıtılabileceği, sosyal amaçlı tanıtımlar için de basılı medya reklamlarını kullanabiliriz. Hazır konuyu da demin açmışken başarılı bir sosyal içerikli çalışmayı örnek verelim. Kozmetik ürünlerin hayvanların üzerinde test edilmesine karşı olan Proefdiervrij'in verdiği bir dizi ilanda, farklı cam parfüm şişelerine hapsedilmiş çeşitli hayvanlar gösterilmiş ve "Stop testing cosmetics on animals" şeklinde sade ve çarpıcı bir metin ile mesaj pekiştirilmiş. Sanat yönetmeni Bram Tervoort?un tavşan, domuz, maymun gibi hayvanları kullandığı çalışmalarında; hayvanların çaresiz ve masum halleri, ayrıca 'cenin pozisyonu'na benzer bir şekilde yerleştirildikleri şişelerde sıkışmaları gerçekten insanda müthiş bir acıma ve öfke hissi uyandırıyor.


(Resimler için kaynak)


Materazzi Zidane'a ne dedi?


-"Şu üstündeki çıkarıp bana bi versene lan..."
-"Maçtan sonra veririm bee!"

-"Kızkardeşin hemencecik vermişti ama!" *

Uuuu!
Gerçekte ikisi arasında sizce nasıl bir dialog oldu? "Ben müthiş bi tane düşündüm" diyorsanız... Hodri meydan Bulduğunuz gerçekten iyiyse sizi bir sürpriz bekliyor olabilir...

*Materazzisays'in kendi örnek olarak verdiği dialog'un tarafımca Türkçe'ye uyarlanmışıdır.

Kolesterol Savaşları: Benecol ve Danacol!

Daha genç yaşında 255 kolesterole sahip bir insancık olarak, tükettiğim gıdalardaki yağın türü ve miktarı beni birinci dereceden ilgilendiriyor. Bu haberi de görür görmez hemen ekrana yapıştım:

Her türlü gıda türünde türlü türlü markalarıyla oradan oraya yayılan Ülker, 'düzenlediği bir basın toplantısıyla kolesterolü düşürmek ve kontrol altına almak konusunda tanınan Benecol?ü 20 ülkeden sonra Türk tüketicisiyle buluşturduğunu' duyurmuş. Ne güzel değil mi? Hemen koşalım markete... Ama o da ne! Danone de hemen ertesi gün basın toplantısını patlatıyor ve o da biz sağlık düşkünü tüketiciler için Danacol'u sunmaya hazır olduğunu açıklıyor!!!

Görünüşe bakılırsa bu da en kısa zamanda
Prebiyotikler hikayesine dönüşebilir... Zira yoğurt, yoğurt içeceği, süt ve margarinden oluşan ürün yelpazesiyle Ülker Kalbim Benecol?ün her gün düzenli tüketildiğinde, kandaki iyi kolesterolü etkilemeden, kötü kolesterol seviyesini 2 haftada yüzde 15?e varan oranda düşürdüğü iddia ediliyor. Ayrıca Türk Kalp Vakfı'ndan da onaylı. Aynı şekilde; az yağlı sütlü bir ürün olan Danacol?ün içerisindeki bitkisel sterollerle kolesterolün bağırsakta emilimini azaltarak, kolesterol seviyesinin düşmesini sağladığı belirtiliyor. Cidden içindeki katkılar çok zararlı değilse, ne mutlu bize ,ama yine söylüyorum, bu rekabet de Prebiyotik ürünlerin şimdiki durumuna dönüşecek gibi...


(Marketing Turkiye'den alıntılar yapılmıştır)

İnanan var mıydı?

(http://www.sabah.com.tr/gun120.html)
Yalancılığın bu kadarı, saflığın o kadarı... Bir de pazarlamacılara 'yalancı' derler.



Zıplama günü bir yalanmış

İnternetteki sitesinde kendini Prof. Niesward olarak tanıtan Alman sanatçı Lauschmann, binlerce kişiyi kandırdı. Küresel ısınmadan kurtulmanın yolunun zıplamak olduğunu söyleyen çılgın sanatçı birçok insanı zıplattı.
İnternette kurduğu sitede binlerce kişiyi 20 Temmuz'da zıplamaya ikna eden auschmann, bu oyuna 2005 yılında başladı. Sanatçının yakın çevresini kandırmak üzerine başlattığı proje kısa sürede Avustralya'dan Amerika'ya, İsviçre'den Türkiye'ye kadar bir çok ülkede destekçi buldu. Bazı bilim adamları aynı anda bu kadar çok kişinin zıplamasının dünya için zararlı olabileceğini iddia ederek tartışma platformları oluşturdu. "Treehugger" isimli sitede bir araya gelen bilimadamları, dünyanın yörüngesinin değişmesinin ölümcül zararları olabileceğini söyledi.

İsviçre'nin Lozan kentinde bir araya gelen çevre gönüllüleri, merkez Avrupa için karar verilen 12.39'da Lozan'lılarla birlikte zıpladı. Lauschmann'ın internet sitesinde yer alan iddiaya göre, 600 milyon kişinin zıplamasıyla oluşacak güç yüklemesi dünyanın yörüngesinden kayma meydana getirecekti. Yeni yörüngeyse, küresel ısınmaya neden olmayacaktı. İnternet sitesine düne kadar kaydolanların sayısı, 598 milyonu bulmuştu.


Neyse hepimize yine de geçmiş olsun diyoruz (ve Swatch'ın "Shake the World" reklamını da hatırlıyor muyuz?!)

Barkod-Art

Cannes'da bu yıl 53.'sü düzenlenen Uluslararası Reklamcılık Festivali'nde yarışan sayısız muhteşem projelerden biri, Tokyo'lu Design Barcode ekibinin barkodlara el atan ve "Barkod Devrimi" kitabında yayınlanan çalışmasıydı. En güzel tasarımlarda bile hep görüntüyü olumsuz etkileyen barkodlara artık bir devrim gercekten şarttı. Ekip, barkodları kah noodle, kah şemsiye, kah üzerinde surf yapılan bir dalga haline getirmiş. Design Barcode'i daha yakından tanımak isterseniz websitesini ziyaret edebilirsiniz.

Laklaktan Kaçmanın Yolları



Noah Kagan'dan faydalı tavsiyeler :)
Bir davete gittiğinizde herkesle "geyik muhabbeti" yapmaktan sıkıldınız mı? "Nasılsınız?" "Çocuklar nasıl?" "Havalar da n'oldu böyle..." Konuşacak doğru dürüst, anlamlı şeyler bulamıyor musunuz? Kagan imdadınıza yetişti! İşte sohbetlerinizi daha ilginç hale getirmenin 10 altın kuralı:

1) Okuyun. Okumanın ufkunuzu genişlettiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

2) Bu siteleri her gün takip edin: ntvmsnbc,
digg/slashdot/techmeme, popsugar

3)
Detaylar.Birisi size soru sorarken, siz hep ondan detay isteyin. Mesela birisi geçen gün yemek yediğinden bahsettiyse, hemen ne yediğini, beğenip beğenmediğini, nerede olduğunu... sorun. Hem bir gün sizin de oraya yolunuz düşebilir.

4)
Oyun. Sohbetinizi, karşınızdaki yabancıyı tanımak için bir oyun haline getirin. Çok sıkıcı gibi görünen birinin aslında değişik yönleri olduğunu farketmek eğlenceli olacaktır.

5)
İltifatlar. Size birisinin hiç beklemediğiniz bir şey hakkında ama yerinde bir iltifat ettiğini düşünün, ne kadar hoşunuza giderdi! İltifatın etkisini küçümseyemezsiniz.

6)
SGSA. Bilmeyenler için açalım; "Söz gümüşse sukut altındır." Siz kendi maceralarınızı zaten biliyorsunuz ama bu konuştuğunuz insan da bir 40-60 yıl yaşamıştır, ondan da birleyler dinleyin.

7)
Tenisin Kralı. Zaten gittiğiniz mekanlarda beraber olduğunuz insanlarla gidip tanışın ve onlarla konuşun. Tenis klübünde hep gördüğünüz adamla konuşacak ortak konunuz otomatik olarak tenis olacaktır.

8)
Ortak nokta bulun. Evet bu çok klasik oldu, siz de biliyorsunuz zaten, ama hep de işe yarıyor hani.

9)
"Arkadaşa Saldıralım" taktiği. İnsanlarla tanışmanın bir başka güzel yolu da ortak arkadaşların araya girmesidir. Hele de bu yeni insanla beraber yanınızdaki o arkadaşınızı şöyle bir 15 dakika makaraya alırsanız aranızda müthiş bir bağ kuruluyor! :D

10)
Takip etme. Bu daha ziyade iş ile ilgili davetlerde kullanılmalı. Bir konuşmadan sonra hemen onunla bağlantılı başka birine geçin, yani konuşmayı bitirmeyin. Bu sizi sorumluluk sahibi ve sadık gösterir.

Bonus: :)) Gülmeyi, espri yapmayı da eksik etmiyoruz. Yeteneğimiz yoksa, internetten, arkadaşlarımızdan araştırıp malzeme topluyoruz vee yeri geldiğinde de birini patlatıyoruz. Gülmek, insanları rahatlatır, hem de sağlıklıdır :)

Evet bu işin kısa sohbetler yaratma tarafıydı. Haydi bakalım, şimdi sıra büyük sohbetlerde!


orjinal link

Etkili Kartvizitler


Tavsiyelere devam...

İnsanların fırlatıp atamayacağı kartvizitlerin olsun isterseniz:

--Gerçek bir tasarımcıyla çalışın. (Hem objektif hem profesyonel olur)

--Zekice birşeyler yazın. (
Bkz)
--Köşeleri yuvarlatın. (Yuvarlak kenarlar göze de ele de hoş gelir)
--Boş yerler bırakın. (Üzerine notlar eklenebilmesi için)
--Google'a güvenin... (Bırakın sizi Google'dan arayıp bazı ayrıntıları kendileri bulsunlar) (valleywag)

Hangisi daha acı?


(adfoblog'dan alınmıştır)

Publicis Mojo, CALM'ı (New Zealand Campaign Against Landmines - Yeni Zelanda'nın Mayınlara Karşı Kampanyası) destekleme amaçlı harika bir fikir geliştirmiş. Minik poşetleri açınca içinden çıkan ketçap, çok çarpıcı bi şekilde mesajı yerine ulaştırıyor:

"In 89 countries walking on a mine is still the routine."

İlahi Durex!

Bu kez çikolataseverler birleşsin! Hemde her türde!
Video'yu İzle

AKILDA KALICILIĞIN ANAHTARI: SERİ REKLAMLAR

Yaşamımızın sonuna geldiğimizde, ömrümüzün bir buçuk senesini sadece televizyon reklamlarını izleyerek geçirdiğimizi biliyor muydunuz? Reklamcılığın başarılı ve herdaim güçlü oluşunun yanında, gerçekte nasıl işlediği hala merak konusu. Televizyon reklamlarının özleri, gelişen teknoljiyle değişime uğrayan izleme alışkanlıklarına, HD formatının gelmesine rağmen aslında çok değişmedi. Yani izleyicinin beğeni seviyesi belki yükseldi ancak hala ön planda olan ana konu, görsel anlatım. İyi bir reklam beynimizin en derin yerlerinden bizlere ulaşıyor. Bizi başarıya götürecek olan da elbette iyi reklamlardır; ancak bir sorunumuz var: Etrafta çok fazla iyi reklam var. Çok sayıda cazip seçenek, bizi ?mutlaka daha iyisini bulabilirim? düşüncesine sevk ederken, kalıcı olarak tatminsiz bırakmaktadır. İşte tam burada olaya dahil olan seri reklamlar, tüketiciye göre bir çeşit kestirme yol gibidir; birçok reklamla karşılaştığında seçmek isteyeceği bir yol... Beynimiz, tüm kapasitesini kullanmak yerine; tanıdık, dar bir alanda küçük turlar atmayı daha çok sever. Diğer bir deyişle, seri reklamları olabilecek en akıllıca seçim olarak adlandırabiliriz. Neden tüketicinin zaten aşina olduğu bir olguyu tekrar kullanmayalım ki?

Seri reklamlar, karakter(ler)in değişmez olduğu/sabit tutulduğu ve markayla özdeşleştiği belirli bir şekli olan reklam stilidir (Sutherland-Sylvester, 2004; 297). Öyle ki, eğer ilk sunduğumuz reklam çalışması başarılı olduysa; aynı oturmuş sloganla, varsa karakterlerle yolumuza devam etmek, yepyeni bir sayfa açmaktan daha akıllıca olabilir. Mesaj aynı kalabilir ama yeni uygulama eskisinden farklı olacaktır. Reklam bir kere belleklerde yer ettiğinde, bunu elde etmek için sarfedilen parayı ve zamanı tekrar yeni bir kampanyaya harcamak yerine, tüketicinin aklında kalan bu hatırlatıcı öğeleri yeni kampanyalarımızda da kullanarak, yerimizi sağlamlaştırabiliriz.

Farz edelim ki ille de herşeyiyle yeni bir reklam çekmek istedik. Ancak önceki reklamlarımızın (eğer tüketici zihninde oturmuş reklamlarsa) yayından kalktıktan sonra bile unutulması zaman alacaktır. On, onbeş sene önce duyduğunuz reklam sloganlarını hatırlayın, size ürünü de hatırlatanları aralarından bulup çıkarın. Şimdi size yeni bir sloganı aşılamaları ne kadar kolay olabilir?

Tüketicinin bir markanın gördüğü en son reklamından arta kalanları bir süre beyninde muhafaza etmesinin, böylece yapılan yeni reklamdaki mesajlar için bir giriş kısıtı oluşturmasının, reklamcıları seri reklamlara yönelttiğinden bahsettik. Nasıl sinemadaki ?sequel? yani ?devam filmi? konseptinde yapımcıların stratejisi, ?bir önceki başarılı sinema filmiyle zaten kazanılmış olan ilgi ve yakınlığı kullanmaya ve bir sonraki filmi öncekinden artakalan anılarla ilişkilendirmeye? (Sutherland-Sylvester, 2004; 303), dayanıyorsa reklamcılar seri reklamlarında da bunu uyguluyorlar. Elbette bu reklamlarda, birikim etkisi yaratmak ya da önceki reklamın yerini almasını sağlamaya çalışmak hedeflenmiyor. Zaten seri reklam, izleyicinin aklındaki anılarıyla hemen birleşiyor.

Şöyle bir düşünürsek, aklımıza bir çok seri reklam örneği gelecektir: Cem Yılmaz?lı ?OPET? , Ayşe Teyze ve ?Ace?, Cello ve ailesini izlediğimiz ?Turkcell? serisi, Avrupa Yakası?ndan Selin?le ?Bellona?, Hülya Avşar ile ?Türkpetrol?, birden beliren mobilyalar ve ?İstikbal? reklamı...

Bu tür ?seri reklamlardaki stil değişmezliği, reklamların varlığını sürdürebilmek için hem reklamveren hem de ajans açısından büyük ölçüde disiplin gerektirir.? (Sutherland-Sylvester, 2004; 305). Ne de olsa üst üste kullandığımız karakterler bizi bir zaman sonra sıkabilir veya yaratıcılığımız kullanamadığımızı hissettirebilir. Ayrıca ajanstaki çalışanlar değişebilir, yürütülen kampanyaya başka biri bakmaya başlayabilir; yeni gelen kişi kendini gösterebilmek adına yeni bir reklam üzerinde çalışmak isteyebilir. Tüm bunlar ajansın ve reklamverenin disiplini ve kontrolü altında işlemelidir.

Şu kesinlikle unutulmamalıdır ki, seri reklamcılığın sunduğu en önemli çözüm, süreklilikte yatmaktadır. Senaryolardaki ?baş karakterler değiştirilirken sabit tutulurken, olayların akışı değiştirilir.? (Sutherland-Sylvester, 2004; 305) Turkcell reklamlarını hatırlayalım: Cello ilk zamanlarda bir çizgi karakterdi. Billboardlarda, basılı yayınlarda zamanla Cello?nun annesini, babasını, kızkardeşini tanıdık. Bir zaman sonra Cello karakteri Ragga Oktay tarafından canlandırılmaya başlandı. Yine bu karakter değiştirilmeden, zamanla hikayelere Cello?nun annesi ve babası da katıldılar. Görüldüğü üzere, yeni karakterler yaratılsa bile yine varolan oturmuş karakterlerle ilişkilendiriliyor. Buna ilaveten her seferinde sabit görünen bu karakterler, değişken yapıdaki mesajlara eşlik ederek hem akılda kalıcılık sağlıyor hem de geçmiş çalışmalarla bağlantı kurduruyor. Buradaki önemli husus, yeni reklamın bir öncekiyle ilişkili olması. ?Böylece insanlar hafızalarında her iki reklamı da saklayıp muhafaza edebilirler.? (Sutherland-Sylvester, 2004; 305) Eğer ki çabalarımız sonucu hazırladığımız reklam(lar) tuttuysa, bu özgün stili devam ettirmekte fayda vardır.

Kaynakça:

  1. Schellenberg, James ?Sequels, Remakes, Adaptations?, ?Strange Horizons?, (6 Mart 2006), http://www.strangehorizons.com/2006/20060306/schellenberg-c.shtml, (09 Nisan 2006)
  2. Sutherland, Max - Sylvester, Alice K, (2004), ? Reklam ve Tüketici Zihni?, Çev: İnci Berna Kalınyazgan, MediaCat Kitapları, İstanbul
  3. Jones, Melanie, (2005), The Advertiser, sayfa 22-25

İnsansı Otolar

Günümüzde otomobillerin kokusu kadar renkleri çeşitlenip modelleri yenilenirken, alıcıya sunuş biçimleri, satış yöntemleri, reklamları hatta günlük yaşama olan etkisi bile değişime uğradı. Artık, deterjanlardan, meşrubat kapaklarından otomobil çıkmıyor. Son yıllarda da ikinci el oto pazarındaki fiyatlarında çok fazla düşmesi, sıfır araba fiyatlarının da düşmesini sağladı. Böylece kızışan rekabette reklam ve tanıtımın önemi ilk sıraya yerleşti. Gazete, dergi, radyo, TV reklamları bir yana filmler, video kliplerde görünen sponsor otomobil firmaları çarpıcı ve cazip mekanlar önünde çekilen fotoğraflarla, yapılan tanıtımlara, oto yarışlarına, son yıllarda otomobil fuarları, test gezileri, CD kayıtları ve nihayetinde İnternet tanıtımları da eklendi.

Son yıllardaki otomobil reklamlarını incelediğimizde gözümüze çarpan ilk unsur, otomobilin duyguları ve bilinci olan bir varlık olarak görselleştirilmesidir. Bize gösterilen reklamlarda, bilinçaltımıza işlenen alt mesajlarda hep otomobillerin insani özellikleri yatıyor: "Kalbinde güçlü bir dost var", "Yapay zeka", "Renault teknolojisinden doğan performans" (Renault'un doğurgan olması) , geçmiş bir Peugeot reklamındaki arabaların göbeklerini çekip kendilerine çeki düzen vermeleri, gibi daha pek çok örnek sayılabilir. Sonuçta soğuk bir metal yığını olarak yansıtılmaması gereken otomobilleri yumuşatmanın iyi bir yolu, yaratıcısı ve işleticisi insan olan teknolojinin sunumundaki somutluğunu insani özelliklerden aldığı göstermek olarak düşünülebilir.

Diğer bir unsursa yine insanın duygularına ve egosuna hitap eden, sıcak, duygusal otomobil reklamları. Mutlu ailelerin pikniğe gittikleri, babanın oğlunu okula bıraktığı, sahibinin arabası nedeniyle kıskanıldığı, karizmatik sürücülerin, havalı ve sofistike hanımların yer aldığı reklamları hatırlayalım. Hepsinde en fazla bir teknik özellikten bahsedilir, o da genelde çok da inanılmaz bir özellik değildir, ve hemen duygusal mesajlar ön plana geçer. Bu elbette demin bahsettiğimiz gibi, otomobilin o "soğuk çelik" havasını yumuşatmak için gerekli olsa da, potansiyel müşteri esprideki ya da mesajdaki olası bir abartının farkına varabilir. Bu da ters tepki yaratabilir. 31 Ocak 2005'te Milliyet'te yayınlanan bir haber bu konuya bir kanıt teşkil etmektedir:

Peugeot'nun yeni model 307 serisinin tanıtımında kullandığı "Ona sahip olmamak ne kadar utanç verici" sloganı mahkemelik oldu. İzmir Cumhuriyet Savcısı; İzmir Barosu avukatlarından Yusuf Akın'ın, başka marka araç kullananlara hakaret edildiği yönündeki şikayetini yerinde bularak, Peugeot Genel Müdürü Yann Louis Roger Carnoy hakkında dava açtı.

Av. Yusuf Akın, reklama konu olan metal parçasının (araç) 20 bin ile 30 bin lira değerinde olduğunu belirterek, "Türkiye'de son yapılan nüfus sayımlarına göre, 70 milyon insan yaşamaktadır. Bu sloganın iddiasına göre, 69 milyon 970 bin kişi eğitimi, mesleği ve geliri ne olursa olsun utanç verici durumdadır. Bu ifade tarzı her insan tarafından kabul edilemeyecek kadar komik ve hakaret içiren aşağılayıcı ve küçük düşürücü bir ifadedir. Bir metal parçasını daha fazla satmak uğruna yapılan bu açgözlülük, insanların onurlarını alay konusu yapmamalı ve tahkir etmemelidir. Bu nedenle Peugeot firması Genel Müdürü'nün hakaret suçundan cezalandırılmasını istiyorum" dedi.

Aynı şekilde yine bir kaç yıl önce gösterilen başka bir otomobil reklamında da, sürücü aracını o kadar çok seviyordu ki, arabanın üzerine düşecek olan merdiveni görünce arabasını düşünüp hemen onu oradan uzaklaştırıyordu ama merdivenin altında kalan kişiyi gözü hiç görmüyordu. Örneğin bu reklam, RTÜK'ten ceza almıştı.

Elbette dozunda olduktan sonra, espriler, sempatik fikirler, duygusal mesajlar otomobili sattırmaya yardımcı olacaktır ancak asıl sorulması gerekn soru, bu yoğun rekabette ve petrolün ucu belirsiz geleceği düşünüldüğünde; otomobil firmalarının özelliklerini geliştirmede ve bunu bizlere aktarmada ne derece başarılı oldukları.

Kaynaklar: